Sabah erken saat…
Şehrin kenar mahallesinde yaşlı bir amca, elinde bidonla su kuyruğunda.
Yanına yaklaştım.
“Her gün böyle mi?” dedim.
Gülümsedi: “Evladım… Biz gençken de böyleydi, şimdi de böyle. Tek fark… Bidonlar büyüdü.”
Metro istasyonuna geçtim.
Merdivenler çalışmıyor.
Yüzlerce kişi basamak basamak çıkıyor.
Bir kadın, yanındaki çocuğa “bozulalı bir hafta oldu” diyor.
Kimse şaşırmıyor.
Bir belediye çalışanıyla konuştum.
“Yatırımlar gecikti” dedi.
“Kaynaklar başka yerlere gidince böyle oluyor” diye ekledi.
Ne demek istediğini anlamak zor değil…
Konserler, gösteriler, ışıklı sahneler…
Bir mühendis anlattı:
“1950’lerde yapılmayan bir arıtma tesisinin bugün maliyeti on kat. Bu iş planla yürür, şovla değil.”
Sokaklarda yürürken hissettiğim netti:
Şehir, geçmişin ihmalini sırtında taşıyor.
Bozulan metrolar, duran dönüşüm projeleri, akan kanalizasyonlar…
Hepsi, zamanında atılmamış bir imzanın bugünkü yankısı.
Kentleşme lafla değil, kazmayla yapılır.
Altyapı görünmez ama şehir onun üstünde durur.
Bunu en iyi… su kuyruğunda bekleyen o yaşlı amca biliyor.